29 Mart 2015 Pazar

MASALSI BİR ŞEHİR: BEYRUT

Beyrut’tayım … Savaşın izlerini taşıyan hüzünlü binaların arasından pırıl pırıl parlayan deniz hınzırca göz kırpıyor sürprizlerle dolu ve uyumayan bir kente usulca davet ediyor..

Güneş kırık dökük, düşmemek için birbirine yaslanmış gibi görünen eski binaların arkasından usulca batıyor… Bir yerlerden müzik sesi duyuluyor.. Fairouz.. İçim ısınıyor..

Bavulumu Beyrut yolculuğu için hazırlarken 500 yıl boyunca iktidar sürdüğümüz bu küçük Ortadoğu ülkesiyle ilgili çok fazla bilgim yoktu..



Sevgili Başaran Ulusoy ‘un önderliği ve beraberindeki Turizm acentelerimizin değerli temsilcileri bu ziyaretimizi daha da eğlenceli kılıyor.İki ülke arasında seyahat trafiğini arttırmak istiyoruz ve aslında iki ülkenin çoklu renklerini buluşturmaya gidiyoruz.

1,5 saat gibi kısa süren Middle East Havayolları’nın samimi ve sıcak misafirperverliğiyle doğuya özgü lezzetli sunumlarıyla harika bir uçak yolculuğu sonrası Beyrut Rafik Hariri Uluslarası Havalimanına indik..

Havaalanı gayet düzenli, temiz, insanlar güleryüzlü ve yardımsever..

Türk vatandaşlarına artık vize uygulanmadığından işlemler çok kısa zamanda tamamlanıyor.

Havaalanı Şehir merkezine çok yakın, 15 dakika sonra otelinizde hoş geldin kokteyllerimizi yudumluyor olabilirsiniz..Şehirde çok büyük bir trafik karmaşası yok…Hatta içinizden bu insanlar nerede diye düşündürecek kadar da sakin..Sessizlik bir başka sokakta yerini bir anda kalabalık ve gürültüye bırakabiliyor...İşte burası Beyrut.Narin yüzüyle her sokağın ayrı bir öyküsü var...Çok kez yıkıldı,bir kısmını deniz yuttu ama her defasında yeniden uyandı ve çehresine eskisine nazaran daha güzel ve canlı yüzler ekledi.Batı ve Doğu arasındaki karışımı şehre özel bir ışıltı vermiş,gözünüz kamaşıyor..Beyrut’u ziyaret eden kişinin bu farklılık karşısında tarafsız kalması mümkün değildir..Bir sokakta seyyar satıcılar yakıcı güneş altında arabalarını iterken,diğer sokakta vitrinlerde dünyanın en meşhur markalarını satan lüks mağazaları tüm ihtişamıyla boy gösterirler.Bir yanda savaşın gri örtüsü binaları örtmüş ve şimdiki haliyle kırık dökük terkedilmiş binaların ardında kimbilir ne öyküler yaşanmıştır diye düşünürken diğer yanda kafeler ve gece kulüpleriyle lüks tüm ihtişamıyla sizi sarmalar.Bu başdöndürücü tezatlarda ve zıtlıklarda şehir sizi adeta sarhoş edebilir ve içinde farketmeden kaybolabilirsiniz.




Lübnan’ın başkenti Beyrut çok güzel ve masalsı bir şehir Gösterişli eğlence hayatı, Avrupayı aratmayan lüks otelleri, ünlü markaların boy gösterdiği ışıltılı vitrinleri, çoğunun 3 dil bildiği insanıyla hala Ortadoğu’nun Paris’i...Bu yakıştırmayı Beyrut’a gitmeden önce biraz özenti ve hatta belki biraz da abartılı diye düşünürdüm ancak yanıldığımı çok çabuk anladım..Beyrut’u ziyaret eden kişinin şehrin tezatlıkları ve farklılıkları karşısında tarafsız kalması mümkün değildir.Geçmiş ve gelecek içiçedir ve bu karışım onu muhteşem kılmaktadır.



Oteller genelde Down Town veya Solitaire diye adlandırılan şehir merkezindedir.Bu bölge kafe, restaurantları, gece kulupleri ve ünlü Fransız ve İtalyan markaları satan mağazalarıyla meşhur… Nargile kafeler, çok geç saatlere kadar açık.. Gece hayatı çok hareketli.. Taksiler şehrin tek ulaşım araçları.Şehir o kadar küçük ki otobüs bile tek tük var.. Taksilerde zaman zaman dolmuş da yapılıyor..

Bölgede ihtişamıyla göz kamaştıran Rafic Hariri camii, kiliseler, ve 1992 yılında bulunan ve geçmişi bronz çağına kadar giden tarihi kalıntılar görmeye değer..



Beyrut alış veriş merkezleriyle de çok meşhur, ünlü markalar her yerde, şehrin en büyük alısveriş merkezleri ABS, CİTY MALL , BHV, Boulevard içinde bütün markaları barındırıyor..

Achrafieh bölgesi gerek mimarisi gerekse küçük Fransız kafeleriyle ilginizi çekebilir..



Şehri denizle buluşuran Korniş Lübnalıların ve turistlerin çok rağbet ettikleri bir bölge.. Kafeler ve restaurantlarla çevrili.. Rawshe kayasını buradan görebilirsiniz.. jeolojik güçlerle ortadan ikiye ayrılmış ilginç bir kaya…

Şehirde AUB, Sursock ve elbetteki National Museum görülmeye değer..

Beyrutun 18 km otesindeki Jounieh sanırım şu ana kadar gördüğüm en güzel manzarayı barındırıyor, Dağların eteklerinden denizi gören bu bölge akşam yat klubü ve restaurantlardan gelen ışıklarla aydınlanıyor… Muthiş bir ışık seli…Casino De Liban Bölgedeki tek casino ve çok meşhur.. Yerli ve yabancı turistler tarafından çok ilgi görüyor..Buraya giderken yolda görüyorsunuz,Jouniehin tepesindeki Harissa Meryem ana heykeliyle ünlü..

Lübnan yaklaşık 3 milyon nufusuyla küçük bir ülke, dolayısıya diğer şehirler birbirine çok yakın..

Beyrutun yanı sıra Byblos zengin arkeoloji ve dünyadaki en eski bölge olması dolayısıyla mutlaka görülmeye değer..Unesco bu antik şehri uluslararası kültür mirası kategorisine almıştır. Küçük şirin bir sahil kasabası.. Balık restaurantlarıyla ünlü…St. Johana Kilisesi ve kalesi muhakkak görülmeli..Byblos şehrini ziyaret etmeyen bir turist Lübnan’ı görmemiş demektir.Gittiğinizde mutlaka görülmeye değer,’’iyi ki üşenmedik,iyi ki vazgeçmedik,iyi ki geldik’’diyeceğinizi biliyorum.



Yine Beyrutun yakınlarındaki Jeita mağaraları bir gününüzü geçirebileceğiniz çok ilginç bir bölge… Jeita yer altı magaraları bu sene Dünyanın yedinci harikası olmaya aday… Bölge terefirik, sandal ve yürüyerek gezilebiliyor.. Mağaranın içindeki sandallarda yüzyıllarca süren erozyonların oluşturduğu ve ışıklandırılmış gizemli koridorlarında gezinirken heyecanlanmamak mümkün değil..İlk kez 1836 yılında keşfedilen mağarada 9000 metre derinliğe kadar gidilmiş olması olağanüstü bir olaydır.Tavanı dağ gibi tabanı ise saf sudan oluşan bu büyülü güzellikte sessizce dolaşırken adeta nefesimizi tutup bu ihtişamı yaşıyoruz.İçeride çekim yapmak ve fotoğraf çekmek kesinlikle yasak..Fotoğraf makinesi gördüklerinde görevliler tarafından o an hemen el konabiliyor.



Baalbeck, Her yıl Dünyanın dört bir yanından tarih meraklılarını ağırlıyan ıssız şehir, Beyrut’tan 180 kilometre uzaklıkta. Humus - Şam demiryolu üzerinde,Dünya üzerindeki en geniş akropole sahip antik şehir. Aynı zamanda Ortadoğu’daki en önemli Roma kalıntısı. Baal tanrısına tapanların da merkezi. Baalbeck Festivalleriyle, caz konserleriyle de çok meşhur..

Savas sırasında insanlar şehirden dağlara kaçarak buralarda yaşamaya başlamışlar daha sonra bu evleri yazın sıcağından korunmak için yazlık evler olarak kullanmaya başlamışlar..

Lübnan şehirde denize girerken aynı zamanda dağlarda da kayak yapabileceğiniz nadir ülkelerden.. Lübnan’da çok lüks kayak merkezleri var.. Faraya bunlardan sadece bir tanesi...

Paris Hiltonunun Lübnan mutfağını neden bu kadar çok beğendiğini bu yolculukta anlamış oldum… Mezeler hem çok çeşitli hem de şahane… Yeşillik ve özellikle de nane çok tüketiliyor bu ülkede..

Semsek (labneli börek), humus, tabuli (ince bulgurlu maydanoz salatası), nar ekşili zahter salatası, çiğ köfte (bulgurlu veya bulgursuz), patlıcan ezme (közlenmiş), zeytin, deniz ürünleri kibbe (içli köfte), binbir meze çeşidinden sadece birkaçı. · Beyrut mutfağının bir başka başrol oyuncusu da Zahter... Kekik türünden, ancak kekikten çok daha aromalı ve lezzetli... Tazesi, salata malzemesi; tozu, susam unu ve zeytinyağı ile karıştırılınca, kahvaltıda ekmeğe sürebiliyor veya kurusu, zahterli pide malzemesi şeklinde; günün her anında sofrada yer bulabiliyor kendine. ekşili yaprak dolması baştan çıkaran lezzetler arasında. · Lübnan, bir yandan da zeytin ve zeytinyağı cenneti. Salatalara ve yemeklere konanlar yetmiyormuş gibi; zeytinyağı, sabah, öğlen, akşam değişik karaf ve kâselerde mutlaka sofrada da ayrıca sunuluyor. Yemeklerden sonra ağır tatlılar ve kakuleli Türk kahvesi pek makbul.

Arak bizim rakının biraz daha şekerlisi ve çabuk çarpanı, küçük bardaklarda neden servis edildiğini 2 bardaktan sonra anlamış oldum..

Lübnan şaraplarıyla da ünlü.. Kesinlikle tadılmalı..

Ve muhakkak eşe dosta Al Rıfaiden o harika kuruyemişlerden alınmalı..

Dünyanın en güzel,en bakımlı ve şık kadınlarını Beyrut gecelerinde görmek mümkün.Hatta bu son derece olağan ve sık rastlayabileceğiniz bir durum.O kadar ki rehberimiz Lübnan’daki bankaların müşterilerine ‘’estetik ve güzellik harcamaları için’’ dünyada tüketicisine kredi veren nadir belki de tek ülkesinin Lübnan olduğunu söyledi.

Lübnan artık savaşın izlerini çoktan kapatmış, küçük ülkenin büyük yürekli insanları her şeye rağmen çok renkliliklerini hiç kaybetmemişler..Artış savaş yıllarını geride bırakmış ve dünyayı gezginlerini kendilerini keşfetmeleri için bekliyorlar.

Aslında onu anlatmak oldukça boş,çünkü Beyrut’u yaşamak lazım..Herkesin hayalinde bir masalsı mabedi vardır ve yerini sadece kendi bilir ya...

Beyrut sokaklarında çağlar arasında kaybolurken bu hayalinizinin de hayat bulduğunu farketmeniz işten bile değil..



Binbir Gece Masalı’nız orda sizi bekliyor...

Seyahatle kalın:))
İris Cıngı

22 Mart 2015 Pazar

ERCİYES ÜNİVERSİTESİ'NDE "KARİYERFEST" 21 Mart 2015

Müthiş güzel insanlarla tanıştım..Okul yıllarından uzaklaşmış olmanın tedirginliğiyle Kayseri Erciyes Üniversitesi'nin yolunu tuttum.. Baharın başlangıcı ve günlerden Nevruz..Kayseri'de bahara göz kırpan tek işaretse bazı öğrencilerin kampüsün bahçesinde odunlarla yaktıkları büyük ateş ve güle oynaya üzerinden atlamalarını ve eğlencelerini görmek oldu.Bunun dışında sabah saatlerinden itibaren etkisini arttıran kar şehri gün kararmadan beyaza çevirdi.Bahar dallarında açan çiçeklerin narin beyazı,üzerlerine yağan kara karıştı ve Erciyes Üniversitesi bahçesi de bir anda müthiş güzel bir kartpostala dönüştü.

Bu kartpostalın içindeyse müthiş güzel insanlarla tanıştım.Okulun KariyerFest etkinlikleri kapsamında OTAK davetlisi olarak üniversitede konuşmacıyım.Organizasyon ve Tanıtım Kulübü olarak çok güzel hazırlanmışlar.Daha kapıdan girer girmez müthiş bir enerjiyle ve gülümseyerek karşılıyorlar.Hemen salona geçiyoruz.Sıradaki iki konuşmacıdan sonra ben konuşacağım.Kulise geçiyoruz komiteden bazı arkadaşların zarif ilgisi ve nezaketi heyecanımı yatıştırıyor.Kumral ve gözlüklü bir erkek öğrenci Hürriyet'i çok merak ettiğini tam da gezi olayları sırasında bir gün gazeteye gelmeye çalıştığını,yazıişleriyle tanışmayı çok istediğini ama o gün gelemediğini üzüntüyle anlatıyor.Halen o hüznü ve bir gün yeniden gelebilme heyecanını gözlerinden okuyorum.Birbirinden güzel birkaç esmer kız benimle birlikte fotoğraf çekilmek istiyor.Neşeyle yanyana fotoğraflar çekiliyoruz..Birazdan konuşma sıram gelecek o sırada kızlardan biri soruyor..İşletmede okuduğunu ama çok yoğun gelecek kaygısı taşıdığını,hatta çevresinden bazı kişilerin eğer evlenirse işi yüzünden evini çocuklarını ihmal edeceğini söyleyenlerin kafasını karıştırdığını söylüyor.Kesinlikle okulunu bitirmesini eğer isterse eviyle işini gayet uyumlu bir şekilde birlikte yürütebileceğini bunun içinse sadece kendi gücüne güvenmesi gerektiğini bir solukta anlatıyorum.Kendi ayakları üzerinde durabilmenin olmazsa olmaz hedefi olması gerektiğini söyliyorum.Sanırım ikna ediyorum ki bu esmer kız başıyla ve iri güzel gözleriyle beni onaylayarak "tamam haklısınız başaracağım,ben galiba böyle yapacağım" diyor.İçime müthiş bir rahatlama bir güven duygusu geliyor ve aldığım o güçle sahneye çıkıyorum.

Bir salon dolusu harika insana kendi deneyimlerimi anlatıyorum.Futboldan zerre kadar anlamayan spor reklam müdürü sırrıma hep birlikte gülüyoruz.Gelen sorular müthiş akıllı sorular.Öyle ki gelen soruların kalitesi bile bana geleceğe dair inanılmaz bir güven veriyor.Otak Yönetim Kurulu üyesi İbrahim Fevzi Özeroğlu 22 yaşında,festivalin aynı zamanda sunucusu ve sözcüsü.Bembeyaz gömleği ve papyonuyla kürsüden organizasyonu yönetiyor.Gerek başarılı sunumuyla gerekse organizasyon süreci boyunca yaptığı çalışmalarla en başından beri son derece özenle yapıyor görevini.Bir ara gülümseyerek bana fısıldıyor..Aslında bugün ablasının nişanı olduğunu ve KariyerFest nedeniyle ailesinin bu nişanı onun ısrarıyla yarına ertelediğini öğreniyorum.Önce inanamıyorum ama gerçek olduğunu söylüyor.Yaptığı işe duyduğu bu sevgi ve bağlılık içimi ısıtıyor.Sevgili İbrahim kimbilir yarın çalıştığı kurumlara nasıl katma değerler sağlayacak ve sıkı sıkı özenle çalışacak,bir an bunu hayal ediyorum ve kendi kendime gülümsüyorum.

Süper bir yeni nesil geliyor,çok akıllı,mütevazi ve neredeyse karşısındakini utandıracak kadar zarif nezaketleri hemen hemen festivale katılan öğrencilerin tamamında mevcut.Kimse kimseyi konuşma aralarında bile bir adım öne geçmek için itmiyor,kimse kimsenin sözünü kesmiyor,kimse kendisini olduğundan farklı göstermeye çalışmıyor.Son derece rafine bir öğrenci grubuyla başbaşayım.Hiç onları bırakmak gelmiyor içimden ama dönmek zorundayım. Bundan böyle yetişkinlerin makyajlı kamuflaj dünyasında her başım sıkıştığında artık onları hatırlayacağım..Bir kız öğrenci tam giderken bir soru daha sormak istediğini söylüyor.Zorluklarla nasıl başedebildiğimi ve onlara neyi tavsiye edeceğimi soruyor.Bunun birçok cevabı olduğunu olabildiğince örneklerle anlatıyorum..Ama bunlardan bir tanesini kendime saklıyorum.Bundan böyle bu rafine gençliğin akılla buluştuğu Erciyes Üniversitesi'nde tanıştığım güzel arkadaşlarımı geleceğe ait gizli umut çekmecemde özenle saklayacağımı ve gerektiğinde usulca bakıp onların bana oradan göz kırpacağını biliyorum..
İris CINGI



20 Mart 2015 Cuma

GÖTEBORG NOTLARI



Mevsimlere göre gidilecek yerler varsa eğer yine aynı düşünceyle yola çıkılarak bazı mevsimlerde çok da tercih edilmemesi gereken yerler de olması gerekir..Tam da bu düşüncelerle Ocak ayının tam ortasında taa kuzeye, İskandinavya'nın dördüncü,İsveç'in ikinci büyük şehri Göteborg'a uçuyorum...

Turistik önyargılarım daha uçakta bile beni destekliyor..Bir dolu İsveç'li yolcuyla aynı uçaktayız..Genci yaşlısı,kadını erkeği hemen hemen hepsi sarışın,hepsi çok zarif ve kibar..Kimse kimseyi itmiyor kimse kimsenin 1 adım önüne geçmeye çalışmıyor,dar koridorda yol veriyor ve en önemlisi birbirini tanımasa da selamlayıp gülümsüyor..Galiba haklı çıkıyorum bu mevsimde İsveç'e sadece İsveçliler gidiyor..bense bu kibar insanların etkileyici konforuna refakat ederken bu duruma keyifle alışıyorum.


İstanbul'dan yaklaşık 3 saatlik bir yolculuğun ardından Göteborg Landvetter Havalimanı'na iniyoruz..Dünyanın en sessiz havalimanları diye bir liste olsaydı eğer buranın ilk üçe gireceğinden hiç kuşkum yok..Pırıl pırıl tertemiz koridorlarında yürürken neredeyse kendi ayak seslerim bile etrafı rahatsız edecek hissine kapılıyorum..Karşımdaki büyük panoda iri güzel gözleriyle gülümseyen dev bir geyik afişi bir elinde tuttuğu isveç bayrağı diğerindeyse büyük birası beni selamlıyor..)

Göteborg neredeyse dümdüz bir şehir..bir ucundan diğerine yürürken sanki arkanıza bakınca şehrin arkanızda kalanını görebilecekmiş hissine kapılıyorsunuz..Dünyada geometriden belki de en iyi bu şehrin mimarları yararlanmış,herşey simetrik,caddelerde sokaklarda herşey cetvelle çizilmiş gibi tam da olması gereken yerde,ağaçlar bile kusursuzca dizilmiş ve tamamen simetrik,olağanüstü fotoğraflar çekebilmeniz mümkün..Bu şehirde fotosafari asla bitmiyor,fotoğraf çekmeyi seviyorsanız eğer inanın Göteborg size çok cömert davranacak..



Mavi renkli birkaç tramvay sakince turluyor şehri...kimseyi yormadan,gürültü yapmadan..barbarlıklarıyla ünlü Vikinglerin bu topraklardaki ayak izlerine rastlamaya çalışıyorum..Denizci ruhlarıyla aylarca,yıllarca yalnız ve evinden uzak zafer peşinde koşan iri yapılı sarışın bu savaşçılar bugün isveç'in sembolü olarak karikatürize ediliyorlar,turistik hediyelik eşya dükkanlarında satılıyorlar ve artık bugün artık sadece isveçlilerin buzdolaplarını süslüyorlar:)

İsveçli olmak demek evde sade ama konforlu yaşamayı bilmek,evlerde dost sohbetleriyle yoğun kar ve kışı en mutlu şekilde yaşamayı bilmek gelecek güneşin değerini bilmek demek..hemen hemen her sokakta evlerden cafelerden sızan taze kahve kokusuna karışan tarçınlı çörek kokusunu içinize çekiyorsunuz..örgülü hamuru üzerine üzerine serpiştirilmiş iri beyaz şekerleriyle bol tarçınlı Kanelbulle,kuru üzümlü Lusekkatt kahvenin yanında mutlaka ikram ediliyor.Kahvenin bir başka alternatifi kış aylarında içilen Glöck..Kupalarda sıcak içilen bu şarap elmalı,tarçınlı ve çok çeşitli farklı aromatik lezzetleriyle mutlaka denenmeli.


Göteborg balıkçı efsanelerinin şehri..neredeyse muma taptıklarını söylemek mümkün.Her evde ve tüm pencerelerde yanan küçük bir mum ışığı görmek mümkün.Yanan mum ışığının ateşiyle yakılan her bir sigara ile bir balıkçının öleceğine inanılır ve asla bunu yapmazlar.Her mum sonuna kadar,bitene kadar mutlaka yanar.

İsveç irili ufaklı göller ve sonsuz yeşil ormanlar ülkesi.Dağınık yerleşim bölgelerinde olan küçük küçük şehirler ve az insan coğrafyası,dolayısıyla kusursuz düzenin de anavatanı aynı zamanda.Bu kusursuzluk yaşam kalitelerine de yansıyor.Her yaştaki tüm insanlar,çocuklar,atlar,köpekler,pusetliler,bisikletliler hep kontrollü hep rereflekslililer.Asla bir yayaya öncelik vermeyen tek bir araca bile rastlamanız mümkün değil.Bizim gibi şartlı refleksle araca yol vermek için aracın geçmesini bekleyen turist yayalar karşısında mutlaka sizin öncelikle geçmeniz için ısrarla yoalda durup bekleyen bir araç görürsünüz.Sakın bu duruma çabuk alışmayın,çünkü evinize dönüşte bu alışkanlığın bedelini pahalıya ödeyebilirsiniz.

 Bu şehirde insanlar yaz kış bisiklete binerler,çocuklar bisiklete binmeyi 4 yaşında öğrenirler.Bisikletlerin bile kış lastikleri vardır.Her taraf göllerle doludur,bu yüzden ilkokula giden her çocuğa zorunlu yüzme öğretilir.Bu okullardaki beden eğitimi programına dahildir ve mecburidir.Aynı şekilde bisiklette kask takma mecburiyeti gibi ışığı yanmayan bisikletliye ceza kesilir.Kışın ise tamamen donan bu göllerde paten yapmak her çocuğun en önemli eğlencelerinden birisidir.


 İsveç'te hemen hemen her öğünde somon yemek mümkün.Bol kremalı patatesle servis ediliyor ve isveç mutfağının en önemli yiyeceklerinden olan balığın da bir nevi dünya başkentidir.O kadar ki şehrin göbeğinde Feskekyrka,adı İsveççe balık kilisesi anlamında olsa da esasında 100'den fazla balık çeşidini barındıran dev bir balık pazarıdır.Her çeşit deniz balığının bulunduğu bu kilise görünümlü dev yapı sabahın erken saatlerinden itibaren şehre taze balık getiren balıkçıları ve balık severlerin buluşma noktasıdır.

İnce ince bir kar yağıyor ve bembeyaz yolardan şehrin Old Town bölgesinde küçük butiklerin,sevimli kafelerin ve sanat galerilerinin bulunduğu Haga'ya doğru yürüyorum..Dar sokakların birinde güleryüzlü bir kadının elinden sıcak çikolata alırken hemen yan tezgahına büyük bir özenle yanyana dizdiği iskandinav desenli rengarenk el örgüsü patiklerden seçmeye çalışıyorum.Şehrin tek tepesi olan Skansen Kronan'e çıkıp şehri korumak için yapılan kaleden şehri kuşbakışı izlemek mümkün,bunu düşünürken bir yandan taşlı dar sokaklarda kaybolmak hoşuma gidiyor..

Kuzey Avrupa'nın en büyük eğlence parkı Göteborg'da..Liseberg kışın sert şartları nedeniyle roller coaster ve birçok aktivasyon alanı kapalı olsa da bile özellikle Christmas döneminde muhteşem ışık oyunları,süslemeler ve buz üzerinde yapılan görkemli şovlara sahne oluyor.

Limanda Göteborg Operası,hava şartları nedeniyle pas geçtiğim Avrupa'nın en büyük Botanik Bahçesi ve kanallar..ama en etkilendiğim şehrin kalbinin attığı Avenyn denilen en büyük ana caddesinin yoğun kardan ulaşım etkilenmesin diye yerden ısıtılması.Üşenmiyor yere eğiliyor ve beton asfalltta bunu hissetmeye çalışıyorum:) Ne yazık ki eksi derecelerdeki hava durumu bu süper fikrin nasıl işlediğini anlayabilmeme olanak vermiyor.Biraz yürüyünce Götaplatsen'in ortasındaki dev Poseidon heykeli bütün caddeyi kucaklıyor ve tüm ihtişamıyla bizi karşılıyor.



 LERUM:

Eğer yolunuz Göteborg'a düşerse mutlaka 15 dakikalık bir tren mesafesiyle hemen yakınındaki minik bir İsveç şehri olan Lerum'u görmeden asla dönmeyin..35.000 nüfusuyla atları ve gölleriyle ünlü bu masal şehrine daha trenle giderken yolda bile etkileniyoruz.Aspen ve Stamsjön en bilinen gölleri.Yüzme,yelken,binicilik ve buz hokeyi Lerum'daki en popüler spor dallarından birkaçıdır.Kışın bu göllerde buz pateni yapanları görmek istisna değil bir gelenektir.Bisiklet yolları özeldir ve ve özellikle kışın bu şeritte kayakları ile antreman yapan insanları görebilmeniz mümkün.İsveçli bir kayak merkezine gitmese de her evin garajında kolayca ulaşabilecekleri kayak takımları ve buz patenleri asılıdır.

 Lerum'da oldukça ilginç trafik levhaları da görmek mümkün.Bunlardan en ilginci üzeri 'geyik' siluetli tabelalar.Bu levhaların amacı oradan aniden bir geyik çıkabileceğine işaret eder ve bu yüzden sürücülere dikkatli olmaları içindir.

 Hemen hemen her Lerum'lu evinin kapısına bir sepetin içine mutlaka birkaç elma bırakır.Bunun amacı soğuktan üşümüş bir geyik eğer bahçeye gelirse karnını doyurabilmesi içindir.Bu sorumluluk neredeyse her evin kapısında masalsı bir şekilde göz kırpıyor. Hayvan hakları oldukça önemli,sahipsiz sokak kedisi yada köpeği hiçbir yerde yok ve hiçbir isveçli köpeğini evde 4 saatten fazla yalnız bırakamaz.Bu yüzden tam gün çalışanlar için köpek yuvalarına bırakmaları zorunludur.

 İsveç demek refah,demokrasi ve insan hakları demek..2 ay zorunlu babalık izni nedeniyle gün ortasında parklarda pusetli babalar görmek mümkün.Annelik izni ise 1 yıl..okul,sağlık ve üniversite bedava.1970'lerde Türkiye,Yunanistan ve İtalya'ya gelip birçok köy ve kasabasından işgücü için insan toplamış İsveç'te bugün refaha kavuşmuş ancak hala yetişkin insangücüne ihtiyacı var ve kişibaşı doğurganlık çok düşük.

 Yazları göl kenarında yazlık evlere giden Göteborg ve Lerumlu halk balık doğa ve avcılık yapmayı çok seviyor.Alkol tüketimini seven soğuk kuzeyin bu sıcak insanlarının hayatında ilginç tezatlar da var.Şerefe kelimesi isveççe'de 'SKAL' ve yarım kafatası anlamına geliyor.Çünkü Vikingler alkolü kafataslarında içip zaferlerini kutlarlarmış.Bugün bu kafataslarının yerini çok meşhur kristal endüstrisi alsa da kişi başı tüketiken alkol konusunda isveç halen günümüzde atalarının izinden gitmeye devam ediyor.

 Göteborg bir İstanbullu için çok genç bir şehir ve 2021'de 400.yılını kutlayacak.Bütün soğuk ve zorlu kış şartlarına rağmen birçok büyük festivale de evsahipliği yapıyor.Sinema festivali,rainbow festival ve Caz Festivali bunlardan birkaçı..

İskandinavya'nın en büyük limanından rıhtımlara,oradan da lego şehrin minimal kanallarına doğru turist heyecanımla yürürken bir an denizden esen rüzgarla biraz üşüyorum..Arkadaşım bana usulca ünlü bir isveç atasözünü fısıldıyor.."Bir İsveçli için asla kötü hava diye bir şey yoktur..sadece yalnış seçilmiş kıyafet vardır.." diyor ve gülerek yürüyoruz..

Seyahatle kalın:))
İris Cıngı

13 Mart 2015 Cuma

YEPYENİ ROTALAR: EDINBURGH-BELFAST-DUBLIN


Kuzeye ucuyoruz...Çocuklugumun mutlu çizgi filmlerinden kalma belli belirsiz bir gayda sesi neseli notalariyla kulagima büyülü bir masal ülkesine gitttigimizi usulca fisildiyor..

Benimse hatirladigim en son masal Harry Potter ve muhtesem şatoları...
Sonbaharin yavaş yavaş kendini hissettirdigi istanbul'dan kuzeyin muhtemel serinliğine dogru bu renkli  dusuncelerle yola cikiyoruz ve THY ile yaklaşık 4 saatlik konforlu bir uçuşun ardından Edinburgh'dayiz..


Üstelik bu kez Türkiye Seyahat Acenteleri Birliği'nin outgoingdeki profesyonelleriyle birlikte aynı uçaktayız..Bireysel seyahatlerin  yorucu temposuna inat bu kez tamamen uzman ellerdeyiz.Hem seyahat etmekteki en gizli konforumuz zihinlerimizin tembelleşmesi ve farketmeden biriktirdigimiz dusunce yuklerinden arinmak  degil midir?..Bu kez kendimiz icin en iyisini yapip acentelere hem rotamizi hem de cok degerli olan zamanimzi teslim ediyoruz,zaten onlar çoktan bizim yerimize herseyi en iyi sekilde dusunmusler..
 

Şimdi yepyeni bir rotanın peşindeyiz..Britanya adasının en kuzeyinden İskoçya'dan başlayıp Güney İrlanda'ya kadar yepyeni yollar ve ufuklar keşfeceğiz..
Heyecanımızı arttıran bir diğer unsur da Eylül ayında bütün dünyanın gözünü üzerine çevirdiği iskoçya'nın bağımsızlık referandumunun izlerini yerinde görecek olmamız.


Ortaçağın masalsı kenti:

Edinburgh Havalimanı bildik birçok havaalanının aksine oldukça sakin..Birleşik Krallık'ı oluşturan 4 ülkeden biri olan İskoçya'nın başkentindeyiz ve yaklaşık 500.000'lik az nüfusuyla havaalanının bu sakinliği aslında bizi pek de şaşırtmıyor..
 

Orta çağ'dan kalma masalsı kalelerini ve yeşilin her tonunu görmeye hazırız..İlk durağımı Calton Hill  Kuşbakışı yemyeşil şehre bakıp dünyanın gizemli geçmişine doğru bir zaman yolculuğuna çıkıyoruz.

İskoçlar kendi kültürlerine ve geleneklerine oldukça bağlılar.Hemen her sokakta 'kilt' adı verilen resmi kıyafetli ekose etekli iskoçyalılara rastlamak mümkün..bizler bunu sadece resmi günlerde giyilir ve pek de sık rastlamayız diye düşünürken Edinburgh'da özellikle Old Town bölgesinde sıklıkla karşılaşıyoruz..Bu anları tursist ruhumuzun serseri kamerasına heyecanla kaydediyoruz..
Rehberimiz bize yaldızlı minik gofretler ikram ediyor..bizler bunun sıradan bir gofret olmadığını üzerindeki ambalajını okuyunca anlıyoruz.5 Milyon nüfusu olan bu ülkede haftada 5 milyondan fazla sattığını iddia ediyor.Böylece iskoçyanın en eski karamelli gofretini tattığımızı öğreniyoruz..İskoçyalı rehberimiz mütevazi bir gururla geçmişlerine ve değerlerine ne kadar bağlı olduklarını bize bir kez daha anlatıyor..

Her yıl yapılan Edinburgh Festivali'ne dünyaca ünlü birçok sanatçının şehre akın ettiğini,birçok filozofun ve ekonominin öncüsü Adam Smith'ten daha birçok yazara,Sir Arthur Conan Doyle'dan Walter Scott'a uzanan uzun bir edebiyat tarihi olduğunu,çok az nüfusuna rağmen 300'den fazla müze ve galerisi olduğunu öğreniyoruz.

Bilim dünyasına birçok katkısı olan İskoçya'nın tarihinde telefonu icat eden Alexander Graham Bell'den penisilini keşfeden Alexander Fleming'e kadar olan gururlu geçmişine dalarak birçok sinema filmine doğal bir tarihi plato olan Edinburgh Kalesi'ne doğru tırmanıyoruz.

Eski taşlı dar yollarda kaleye doğru bir ortaçağ yolculuğu yaparken sağımızda bu tarih atmosferin içinde bizi şaşırtan farklı bir müze görüyoruz.Biraz yaklaşınca bu ince uzun dar binanın aslında bir illüzyon müzesi olduğunu öğreniyoruz.Outlook Tower'da binlerce ayna ve ışık oyunlarının içinde kayboluyoruz.

Kaleden sonra mutlaka görülmesi gereken yerler arasında viskisiyle meşhur iskoçya'da gercek bir viskinin nasıl hazırandığını tüm evreleiyle öğrenmeye gidiyoruz. The Scotch Whisky Experince'de eski usulde damıtılan malt viskilerden modern tekniklerle tahılın damıtılarak elde ediilmesiyle hazırlanan en yeni viskilere kadar uzanan tarihi öykülerinde tüm bu değerlerine sahip çıkarak bugün ülke ekonomisinde ne kadar önemli bir yer tuttuğunu ilgiyle izliyoruz.


Edinburgh sadece kaleleri ve şatolarıyla ünlü bir açıkhava müzesi değil kuşkusuz..Şehir merkezine yaklaşık 1 saatlik mesafede bulunan dev hangarların içinde birçok tarihi uçağın sergilendiği Ulusal Uçak Müzesi de görülmeye değer yerler arasında..Gerek savaş gerekse sivil havacılığa ait geniş bir koleksiyonu bulunan dev müzede artık üretimi durdurulan,yakın geçmişin en modern silueti Concorde da şimdi artık bu müzede sergileniyor..Muhteşem uçağın içini kokpite kadar adım adım gezebiliyorsunuz.Dünyanın en havalı uçak müzesinden gökyüzünün maviliklerine doğru hayallere dalarak ayrılıyoruz..




Harry Potter'ın İngiliz yazarı Joanne Kathleen Rowling'in Edinburgh'daki ilk kitabını yazdığı şimdi ise bir lokanta olarak da işletilen Nicolson's Cafe meraklısı için görülebilecek yerler arasında..Ayrıca Ocean Terminal'de Britanya Kraliyet Yatı'nda kraliçenin sevdiği çayları tadıp,gemide yaşadığı lüks kamaraları gezmeden asla dönmeyin..



'
'...M.S.1280 yılında Edward İskoçya'nın büyük bölümünü işgal eder ve bu işgal sırasında William Wallace'ın öyküsü başlar..''
Oldukça tanıdık ve tam 10 dalda Oscar'a aday olan Cesur Yürek filminin birçok sahnesi İskoçya'da çevrildiğinden filmi izleyenler sehrin şehrin ıssız yeşil tepelerine doğru dar patika yollarda  yürürken kendilerini zaman zaman bu filmin tarihi atmosferi içinde hissedecekler.

Tarihi binaların günümüzün gerçekliğiyle buluştuğu en çarpıcı an ise  halen birçok İskoçyalı'nın evinin yada işyerinin penceresinde asılı unutulan tarihi bağımsızlık referandumunun ardından geriye kalan bazıları ise artık kısmen yırtılmış afişleri..Halen bazı pencerelerde tıpkı mavi beyaz bayraklarının renklerinde olduğu gibi asılı duran büyük yes ve no yazıları şimdi artık sessiszce İskoçya'nın geleceğe bakıyor..

İstikamet Belfast:

National Museum of Scotland,Holyrood Sarayı,The Royal Yacht Britannia,St Giles Cathedral ve şehrin en büyük alışveriş caddesine de adını veren Prince Street Gardens.Edinburgh'un en önemli yerlerini görüp başdöndürücü bir hızla bu gotik masalsı şehri geride bırakıyoruz ve yaklaşık 2,5 saatlik bir yolculukla Stena Line'ın olduğu limana varıyoruz.İstikamet Belfast.Yaklaşık 3 saatlik konforlu bir gemi yolculuğuyla Kuzey İrlanda'nın başkentine Belfast'a varıyoruz.
 


Gemi ticaretiyle ünlü ve Birleşik Krallık'a bağlı bu şehirde görülecek ilk yer Titanic Museum.Batışının 100.yılında 2012 yılında açılmış olan bu müze Titanik'in baştan sona bütün hikayesini içinde yaşatıyor.Bunun yanısıra sadece Titanik'in değil Belfast kentinin de bütün tarihini ve gelişimini anlatması açısından oldukça ilginç bölümlerden oluşuyor.Ham keten üreten işçilerin Belfast ekonomisine katkılarını anlatarak başlayan bu tarihi yolculuk Titanik'in lüks balo salonlarındaki eşsiz keten örtülerine dönüşmesini oldukça düşündürücü bir üslupla yaşatıyor..Geminin paslı makine dairelerinden en lüks salonlarına kadar başlayarak çıktığınız bu etkileyici turu geminin trajik sonunu bildiğiniz buruk bir hüzünle tamamlıyorsunuz.. Ancak projenin hayata geçirilme amacının Belfast şehrinin kültürel ve turistik bir cazibe merkezi olarak konumlanmasının amaçlandığını bilmek yeni yerler keşfetme heyecanımızı sonuna kadar ayaka tutuyor..
Halen Birleşik Krallık sınırları içindeyiz ve kuzey irlandali rehberimiz katolik ve protestan gruplar arasindaki en sert mezhep çatışmalarının yaşandığı yerdeki ve Belfast'ı ikiye ayıran Barış Duvarı'nın geceleri kapanan 19 kapısından birinden duvarın diger tarafina geciriyor bizleri..Halen sadece gündüzleri açık olan bir kapıdan duvarın öteki tarafına yani diger bölgeye geçiyoruz.

Tel örgülerle çevrili duvarların post modern  graffitilerinden gözümüzü alamıyoruz..Rehberimiz en kanlı saldırıların yaşandığı bu bölgeyi anlatırken irlanda'nın yakın geçmişindeki gerçekliğinin yükünü hüzünle kucaklıyoruz..



Güney İrlanda ve Dublin:
 
Yavaş yavaş Dublin'e doğru ilerliyoruz ve kuzeyle güney İrlanda'yı ayıran belli belirsiz çizgiden geçip hiç farketmeden Dublin'e varıyoruz..

Sınırı geçtiğimizi idrak ettiğimiz an ise artık etiketlerdeki poundların yerini euroların aldığını gördüğümüz an oluyor.Çünkü artık Güney İrlanda'dayız ve Euro bölgesindeyiz.
İster kuzeyde ister güneyde İrlanda’da adım başı bir puba rastlamanız mümkün. Hatta İrlanda’da 11.000'e yakın pub olduğu söyleniyor.İrlandalılar için ise puba gitmek aslında bir yaşam tarzı. Sabahın erken saatlerinden gece geç saatlere kadar irish pubları hep dolu görebilirsiniz.

 İrlandalılar en yoğun tartışmalarını hep bu publarda yapıyorlar.Aslında içki içmenin çok ötesinde publar irlanda'nın en sosyal mekanlarıdır,hemen hemen her sokağın birkaç pubı vardır..İrlanda'nin Kurtulus Savasi'nda da pubların onemi buyuktur. İlk ayaklanmalar basladiginda ingilizlerin ve protestanlarin giremedikleri ve irlandalilarin kendi aralarinda toplanabldikleri gizli bulusma yerleri de olmustur aynı zamanda bu publar.
En ünlü biraları olan Guiness'i de bu pubların birinde deneyebilirsiniz.Biranın bildik lezzetinden oldukça farklı olan bu tadı severseniz eğer Guiness Storehouse'ı da mutlaka ziyaret edin.İrlanda'ya özgü bu siyah biranın özelliği kaymak kıvamında yoğun köpüğünün bitene kadar bardaktaki formunu muhafaza etmesidir..




Guinness Ailesi irlandanin en köklu ve en zengin ailelerindendir.Sadece içki sektorunde değil daha bircok ticari alanda faaliyetleri olan bu aile ismi bütün dünyaya malolmuş  Guiness Rekorlar Kitabı'nın da aynı zamanda sponsorudur.Önceleri publarda çıkan kavgaların önüne geçmek için sarhoşlara başvuru kitabı olarak yayınlanmaya başlamıştı. Herkes kendi doğrusunda ısrarcı olunca bazı publarda çıkan kavgaları önlemek için Guinness firması, içinde publarda en çok tartışılan konuların ve doğru yanıtlarının bulunduğu bir kitapçık yayınlamaya karar verdi. Önceleri sarhoşlara bilgi kaynağı olan bu kitap bir süre sonra tüm dünya rekorlarının yer aldığı bir kitap oldu.Kitabın ünü aileyi ve iranda'yı aşıp dünyanın en popüler yayını yaptı.

..ve OLD LIBRARY..Harry Potter filmlerinin unutulmaz sahneleri Trinity College'in içinde olan bu kütüphanede çekilmiştir.İngiltere Kraliçesi tarafından kurulan ve şu an dünyanın en iyi üniversitelerinden biri olan bu kütüphanede dünya edebiyatçılarının heykelkeri arasında yürürken milyonlarca kitabı birarada görebilirsiniz.

Bu şatolar ülkesinin bugünkü modern şehri aynı zamanda dünyanın en ünlü firmalarının da kalbidir.Facebook,Google ve Twitter ve Microsoft'un Avrupa'daki genel merkezleri Dublin'dedir.

 
Birbirlerine çok yakın konumlarda bulunan bu binaların dışından bakıldığında içerde nasıl bir dünya olduğunu hayal edebilmeniz asla mümkün değil..Dışardan çok bildik logoları da dahil olmak üzere hiçbir karakteristik simgeye rastlamanız mümkün olmayan bu binaların içine girdiğinizde büyük sanal dünyanın çelik bir binada hayat bulmuş  gözalıcı ihtişamıyla karşılaşıyorsunuz..

İrlanda günümüzde Türk öğrencilere de çok önemli eğitim fırsatları da sunmaktadır.İrlanda hükümetinin yeni başlattığı pilot vize çalışmasıyla öğrenciler, yeni mezunlar ve yönetici pozisyonunda çalışanlar 24 haftaya kadar geçerli öğrenci vizelerini oldukça çabuk ve az belgeyle alabilmektedirler..Kaliteli eğitim kurumları, cazip ve ekonomik eğitim imkanları, ülkenin oldukça güvenilir olması, İrlanda'nın en önemli avantajlarındandır.




 
Ortaçağ şatolarından dünyaca ünlü Games Of Thrones 'in çekimlerinin yapıldığı stüdyolara kadar dünyanın öyküsünü içinde barındırıyor İrlanda..

Hemen her öğün patates ve somon yemek mümkün.Hatta patates ekmek yerine tüketiliyor bile denilebilir.Likör,viski ve meşhur buttler çikolataları denemeye değer..

Akşamın ilk ışıklarında günün yorgunluğunu meşhur Temple Bar'da soluklanıp geçmişten geleceğe bakıyoruz.

Barda oturan neşeli bir İrlandalı bu güzel şehirde 24 saatlik turist olduğumuzu anlayıp elindeki büyük bira bardağı ve gür sesiyle bizi bir İrlanda atasözleriyle selamlıyor :

"Bir İrlandalı olacak kadar şanslıysanız, yeterince şanslısınızdır"

Bu içtenliğe biz de gülümsüyor ve kendisini selamlıyoruz....

Seyahatle kalın:))
İris Cıngı