14 Nisan 2015 Salı

İyi Hellim Pişirmenin Sırrı..

Isıyı görünce pişen ama erimeyen tek peynir budur.

Mangal üzerine rahatlıkla atılır ve tele yapismaz..Eski adi HALLUMI bugünkü adıyla HELLİM..

Bir Kıbrıs'li icin onun adı sadece HELLiM'dir ve asla peynir degildir.

Sabah öğlen ve akşam her öğünde yenilir,hem beyaz hem kırmızı ete yakışır hatta bazı Kıbrıslılar tarhana çorbasına bile küp halinde kızartarak atar.

İYİ PİŞİRME SIRRI: En ideali mangal üzerinde pişenidir.Ancak kentli yaşamda en pratik yolu dilimleyip birkaç dakika soğuk sütte bekletilir,böylece alüminyum folyoya sarılır,tost makinesinde 2-3 dakika pişer ve kipkirmizi kızarır..yada aynı sekilde teflon tavada yine soğuk sütte bekletilerek bu kez alüminyumsuz kizartılır ve asla yağ eklenmez.Bir de Kıbrıslı tavsiyesi:Soğuk bira HELLİM'in en iyi arkadaşıdır:)
İris CINGI


10 Nisan 2015 Cuma

'YAZARI YAZMAK' (Saffet Emre Tonguç)

Esas niyetim 550 yıllık mazisiyle köşe bucak her yerini adım adım karışladığım Kapaçılarşı'yı tam sekiz saate nasıl sığdırabildiğimi anlatmaktı..
 
İstanbullu olup da gayet iyi bildiğimi sandığım Kapalıçarşı'nın uçsuz bucaksız labirentlerinde kaybolurken aslında hiçbirşey bilmediğimi, yeniden keşfedecek daha pek çok şeyin var olduğunu ve bunun için de mutlaka işinin gerçek ehliyle yapılmasını anlatmaktı..Bunun kendinize armağan edeceğiniz en iyi seyahat fikirlerinden biri olduğuydu..Bunu yazmak istedigimi  soylediğimde Sevgili Çınar Oskay'ın ilk tepkisi 'İris bu imkansız Saffet bizim yazarımız bu olmaz, yazarımızı yazamayız' dedi...Haklıydı çünkü istesek de ve bence işiyle zaten fazlasiyla hakediyor olsa da yazarımızı yazamazdık..Ancak ben yine de Saffet'le adım adım Kapalıçarşı turunun kendinize yapabileceğiniz en iyi hediyelerden bir tanesi olacağına her istediginize bahse girebilirim.


 

''Paha Biçilemez İstanbul''

Turumuz Nuruosmaniye'de başlıyor..Saffet'in 'Paha Biçilemez İstanbul' unda düşlerimizdeki eski İstanbul'u keşfedeceğiz...
Bir cafenin üst katı buluşma yerimiz ve Sevgili Saffet tam saatinde, büyük bir ciddiyetle ve hınzır bir gülümsemeyle misafirlerini karşılıyor.
Bu hınzırca gülümsemenin ne demek olduğunu biraz sonra anlıyoruz. Her birimizin eline dev bir harita tutuşturuyor ve bir komutan edasıyla başlıyor anlatmaya..
 
 

Halbuki kişisel tüm hazırlığım bütün gün ellerim ceplerimde serbestçe sokaklarda aylak aylak dolaşmaya ayarlı..Bu mümkün değil..İlk dersimiz 'kapılar'..
 
Kapalıçarşı'ya açılan tüm kapıları büyük bir ciddiyetle dinliyoruz..Kapıları şaşırırsak kaybolmamız an meselesi..Üstelik galiba parkurumuz da epey kritik,çünkü elimize çok büyük bir harita veriyor..
 
Az sonra bir define avına çıkacağım gibi verilen brifingi can kulağıyla dinliyorum..Hiç ayak basmadığım bir coğrafyada olsaydım eğer grubu kaybetmekle eşit histeyim.
 
Bugün disiplin birinci kuralımız,hızlı ve dikkatli olmaksa ikinci kural..Haritayı kaybetmekse bitmek demek..
 
Böylece ilk komutlarımızı dikkatle dinleyip,haritamı da kat yerlerinden özenle katladıktan sonra işaretlediğim kapılara son bir kez daha bakıp maceraya başlıyorum.

Nuruosmaniye:

İlk durağımız Nuruosmaniye Kapısı..
 
'Deve tellal iken,pire bayraktar iken AVM'ler daha icat edilmeden bile buralar varmış' diye  düşünürken gözüm köşede duran ve tarihi eski duvarı kaplayan gelişigüzel asılı onlarca irili ufaklı kilim desenli çantaya takılıyor. Hızla yuruyen gruba arkadan yetişmeye çalışırken öyle sanıyorum ki bugüne kadar çektiğim en havalı fotolardan birini grubumuzun peşinden koşarken çekiyorum..
 


Çarşıya giriyoruz ve bir vitrinin önünde duruyoruz..Birbirinden şık cam tasarımların olduğu dükkanda 'Bir Louis Vuitton Yolculuğu' yazan şık bir dergi duruyor..Bu dükkanda buna özel bir koleksiyon yapıldığını öğreniyoruz ve içten içe gururlanıyoruz. Bedesten'den geçişimiz öyle hızlı ki aklım köşe bucak karıştırıp bir tane bile satın alamadigim takılarda kalıyor..Duramıyoruz daha işimiz çok diyor Saffet,ben gözucuyla 1-2 vitrine bakıp peşlerinden koşuyorum. Grubu kaybetmeyi ve bu olası tehlikeyi göze alamıyorum:))

Kulaklarimdaki kulaklıkla Saffet'in sesinin duyulabilecegi kapsama alanının dışına asla çıkmamalıyım, yoksa oyun dışı kalmak an meselesi ve buna cesaret edemiyorum. Gümüş otantik takılar satan bir esnaf eliyle bana grubun topluca saptığı dar bir aralığı gösteriyor,neyse ki kaybetmeden yetişiyorum.

Az ilerde Saffet'in ilk sınav sorusu var..Elindeki büyük bakır nesneyi soruyor,bilene süper bir hediye var..Kimse bulamıyor ..Eskiden kadınlarin hamama giderken keselerini koymak icin taşıdiklari kulplu sefertasina saskinlikla bakiyoruz..

Çarşıda Saffet'i tanımayan,sevmeyen yok..Yanımıza büyük tepsisiyle bir pideci yaklaşıyor,Bize ayaküstü Saffet'i ve işini anlatıyor..Öğreniyoruz ki bütün çarşının en eski emektar pidecisi ve onu hemen hemen tanımayan bilmeyen yok..

Gramofoncu Mehmet Abi:
 


Biraz sonra canlı bir kartpostalın içine giriyoruz. Girdiğimiz eski ahşap kokulu dükkanda etkileyici bir huzur hakim..Bu sessizliği gramofondan yükselen bir şarkı bozuyor.
 
"Bembeyaz bir zambaksın,aşkın kalbime aksın,bırak ateşin yaksın beni şahane kadın.." diyor gramofondan yükselen ses.Türkiye'nin en eski gramofon ustası ak sakallı Mehmet Abi'nin dükkanındayız.. Bu notalar ve müzik içimize huzur veriyor, duyduğumuz melodiyi mırıldanarak,içimizi ısıtan bir mutlulukla ayrılıyoruz bu güzel dükkandan..
 


Sırada kaşmirci,saatçi ve antikacı var. Saffet büyük bir ustalıkla gruba kaşmir katlama sanatının inceliklerini gösteriyor. Belki onlarca eşarp ve şalım vardır ama ben hiçbirini onun kadar güzel katlayamadığımı düşünüyorum.
 
 

Birbirinden güzel havlu ve peştemal ve ipeklerin olduğu bir dükkana giriyoruz ama hiçbirini almaya vakit yok,çünkü acelemiz çok.

Her güzelliğe adeta gözucuyla dokunup geçiyoruz,mutlaka sefere bir daha gelinecek,kalınacak ve alınacak diye içimizden and içiyoruz..

Kapalıçarşı'nın En Küçük Dükkanı:

Biraz sonra Kevork Usta'nın fenerini ve bakır keşkül kasesini anlatıyor Saffet.. Az ilerde çarşının ve hatta belki de dünyanın en küçük dükkanının önünde duruyoruz. Sadece 1 kişinin içinde oturup saat tamir ettiği bu dükkanın fotoğrafını çekmek bile çok zor. İlk defa bir fotoğraf için kadrajım küçük değil,büyük geliyor. Solundaki ve sağındaki dükkanları kadraja almadan sadece minyatür dükkanın fotoğrafını çekebilmek için oldukça uğraşıyorum.
 
..ve paha biçilemez mücevherler:

Yeşil kadife kutunun içindeki iri yengeç broşu kutusundan çıkarıp özenle gösteriyor Saffet. Brunei Sultanı'yla bir akrabalığım olsaydı eğer alırdım diye takılyorum Saffet'e. Zaten bunun muhtemelen bir müzayedeyle satılabileceğini ve dükkanın en değerli koleksiyon parçalarından biri olduğunu öğreniyorum.Müzayedeyle alınabilecek olması satın alamamamın huzursuzluğunu kısmen de olsa o an için yeniyor:))

Sadekar Mıgırdiç Usta  ve Kavafçı Nesim Usta:
 


Dar ve loş bir merdivenden bir hanın üst katına çıkıyoruz.. Sadekar Mıgırdiç Usta'ya bir selam verip loş ışıklı eski bir hanın terasına çıkıyoruz. Çarşının kubbelerine kuşbakışı bakarken biraz sonra uçan bir halıyla şehrin üstünde turlayacağımı hayal ediyorum. Kıvrıla kıvrıla, ılık meltemin etkisiyle eski İstanbul'un berrak mavi semalarında keyifle süzülüyoruz. Tempolu güzel yorguluğumuza inat, hayalimde meydan okuyorum.
 


Dar bir sokağa giriyoruz..Tam 58 yıllık esnaftır diyor Nesim Usta için Saffet..Kavafçıymış.
 
"Kavaf yapana kavafçı denmez kunduracı denir bilmiyorsan öğren a kızım" diye sesleniyor Nesim Usta ve dükkanına davet ediyor bizi.
 Küçük kapıdan içeri girerken başımızı çarpmamak için eğiliyoruz. İçerde en fazla 3 kişi aynı anda durabiliyor.Yüzlerce renkli kundura ve çarıkların içindeyiz. Hepsi el işçiliği, hepsi Nesim Usta'nın el emeği..
Bir çift kırmızı eski model hafif topuklu dans ayakkabısında aklım kalıyor. Dans edeceğimden muhtemelen değil değil ama o zarif el yapımı ayakkabıları giyene,sahibine çok mutluluk vereceğini biliyorum.
Zincirli Han'da bize çay ikram ediyor Saffet..Tam da pilim bitmek üzereyken, kiremit renkli bir duvara yaslanıp dünyanın en lezzetli çayını orada içiyorum..
 


Sadekarlar,mıhlayıcılar,yazmacılar..Sanki bütün esnaf bizi tanıyor gibi karşılıyor,selamlıyor. Müthiş bir ev sahipliği var,büyük ve sevgi dolu bir aile gibi Kapalıçarşı..
 


Biraz daha yürüyoruz ve Büyük Valide Han'dayız.. James Bond bu merdivenleri motoruyla uçarcasına çıktı diye anlatıyor Saffet,ama aslında söylendiği gibi olmadığını zaten çatının eski olduğunu ve bir tek kiremite bile zarar vermediğini söylüyor. Bense yukarı bakıp o merdivenleri neden böyle yayan tırmandığımı düşünüyorum. Biraz sonra bu yorgunluğa tırmandığımız manzara gerçekten değiyor..



Haliç'ten Galata'ya Kız kulesi'nden adalara bütün İstanbul ayaklarımın altında..Eski İstanbul motifleri, uzaklardaki yeni İstanbul'un modern siluteine karışıyor..Muazzam bir tablonun içindeyiz..
 
Gün yavaşça akşam oluyor,.Güneş birazdan batacak ve engebeli çatıda yürürken Sevgili Saffet bizlere "Başka İstanbul yok,kıymetini bilin.." diye sesleniyor ..
 
 
 

Yeni Camii'nin görkemli mimarisinin karşısında turumuz sona eriyor..'Tam 10.000 adım attık' diyor Saffet ,bense yorgunluktan 3'e kadar bile sayacak halde değilim..
 
'Kaçbin adım atarsan at yine de mutlaka hep gülümse' diyor..Zaten yorgunluk zerre kadar umurumda değil,inanılmaz güzel bir deneyim yaşatıyor Saffet..Çünkü aslında salt rehberlik etmiyor aynı zamanda ekibi çok eğlendiriyor,güldürüyor..
 
' Bazen beni buralarda meczup zannedecekler diye korkuyorum İris' diyor..
 
Yakasındaki mikrofonu gösteriyor ve arkasından gelen dev grubu Mahmutpaşa'daki kalabalıkta diğer insanların farketmeyip 'kendi kendine yolda devamlı konuşarak yürüyen bir adam olduğumu düşünecekler diye bazen içten içe korkuyorum' diyor gülerek..

Eminönü-Kadıköy vapuruna doğru kalabalığın içinde yürürken bir sözünü özenle hafızama yazıyorum... 'İstanbul'da Yaşamayın,İstanbul'u Yaşayın'

Bunu yapacağıma dair kendime söz veriyorum..

İris CINGI