Esas
niyetim 550 yıllık mazisiyle köşe bucak her yerini adım adım karışladığım Kapaçılarşı'yı tam sekiz saate nasıl sığdırabildiğimi
anlatmaktı..
İstanbullu olup da gayet iyi bildiğimi sandığım Kapalıçarşı'nın
uçsuz bucaksız labirentlerinde kaybolurken aslında hiçbirşey bilmediğimi, yeniden
keşfedecek daha pek çok şeyin var olduğunu ve bunun için de mutlaka işinin gerçek
ehliyle yapılmasını anlatmaktı..Bunun kendinize armağan edeceğiniz en iyi
seyahat fikirlerinden biri olduğuydu..Bunu yazmak istedigimi soylediğimde
Sevgili Çınar Oskay'ın ilk tepkisi 'İris bu imkansız Saffet bizim yazarımız bu
olmaz, yazarımızı yazamayız' dedi...Haklıydı çünkü istesek de ve bence işiyle zaten fazlasiyla
hakediyor olsa da yazarımızı yazamazdık..Ancak ben yine de Saffet'le adım adım Kapalıçarşı
turunun kendinize yapabileceğiniz en iyi hediyelerden bir tanesi olacağına
her istediginize bahse girebilirim.
''Paha
Biçilemez İstanbul''
Turumuz
Nuruosmaniye'de başlıyor..Saffet'in 'Paha Biçilemez İstanbul' unda
düşlerimizdeki eski İstanbul'u keşfedeceğiz...
Bir cafenin üst katı buluşma
yerimiz ve Sevgili Saffet tam saatinde, büyük bir ciddiyetle ve hınzır bir
gülümsemeyle misafirlerini karşılıyor.
Bu hınzırca gülümsemenin ne demek
olduğunu biraz sonra anlıyoruz. Her birimizin eline dev bir harita tutuşturuyor ve
bir komutan edasıyla başlıyor anlatmaya..
Halbuki kişisel tüm hazırlığım bütün gün ellerim ceplerimde serbestçe sokaklarda aylak aylak dolaşmaya ayarlı..Bu mümkün değil..İlk dersimiz 'kapılar'..
Kapalıçarşı'ya açılan tüm kapıları büyük bir
ciddiyetle dinliyoruz..Kapıları şaşırırsak kaybolmamız an meselesi..Üstelik
galiba parkurumuz da epey kritik,çünkü elimize çok büyük bir harita veriyor..
Az sonra bir define avına çıkacağım gibi verilen
brifingi can kulağıyla dinliyorum..Hiç ayak basmadığım bir coğrafyada olsaydım
eğer grubu kaybetmekle eşit histeyim.
Bugün disiplin
birinci kuralımız,hızlı ve dikkatli olmaksa ikinci kural..Haritayı kaybetmekse
bitmek demek..
Böylece ilk komutlarımızı dikkatle dinleyip,haritamı da kat yerlerinden
özenle katladıktan sonra işaretlediğim kapılara son bir kez daha bakıp maceraya
başlıyorum.
Nuruosmaniye:
İlk
durağımız Nuruosmaniye Kapısı..
'Deve tellal iken,pire bayraktar iken AVM'ler daha
icat edilmeden bile buralar varmış' diye düşünürken gözüm köşede duran ve tarihi
eski duvarı kaplayan gelişigüzel asılı onlarca irili ufaklı kilim desenli
çantaya takılıyor. Hızla yuruyen gruba arkadan yetişmeye çalışırken öyle
sanıyorum ki bugüne kadar çektiğim en havalı fotolardan birini grubumuzun
peşinden koşarken çekiyorum..
Çarşıya giriyoruz ve bir vitrinin önünde duruyoruz..Birbirinden şık cam tasarımların olduğu dükkanda 'Bir Louis Vuitton Yolculuğu' yazan şık bir dergi duruyor..Bu dükkanda buna özel bir koleksiyon yapıldığını öğreniyoruz ve içten içe gururlanıyoruz. Bedesten'den geçişimiz öyle hızlı ki aklım köşe bucak karıştırıp bir tane bile satın alamadigim takılarda kalıyor..Duramıyoruz daha işimiz çok diyor Saffet,ben gözucuyla 1-2 vitrine bakıp peşlerinden koşuyorum. Grubu kaybetmeyi ve bu olası tehlikeyi göze alamıyorum:))
Kulaklarimdaki
kulaklıkla Saffet'in sesinin duyulabilecegi kapsama alanının dışına asla
çıkmamalıyım, yoksa oyun dışı kalmak an meselesi ve buna cesaret edemiyorum. Gümüş
otantik takılar satan bir esnaf eliyle bana grubun topluca saptığı dar bir
aralığı gösteriyor,neyse ki kaybetmeden yetişiyorum.
Az
ilerde Saffet'in ilk sınav sorusu var..Elindeki büyük bakır nesneyi soruyor,bilene süper
bir hediye var..Kimse bulamıyor ..Eskiden kadınlarin hamama giderken keselerini
koymak icin taşıdiklari kulplu sefertasina saskinlikla bakiyoruz..
Çarşıda
Saffet'i tanımayan,sevmeyen yok..Yanımıza büyük tepsisiyle bir pideci yaklaşıyor,Bize
ayaküstü Saffet'i ve işini anlatıyor..Öğreniyoruz ki bütün çarşının en eski emektar
pidecisi ve onu hemen hemen tanımayan bilmeyen yok..
Gramofoncu
Mehmet Abi:
Biraz sonra canlı bir kartpostalın içine giriyoruz. Girdiğimiz eski ahşap kokulu dükkanda etkileyici bir huzur hakim..Bu sessizliği gramofondan yükselen bir şarkı bozuyor.
"Bembeyaz bir zambaksın,aşkın kalbime aksın,bırak ateşin
yaksın beni şahane kadın.." diyor gramofondan yükselen ses.Türkiye'nin en
eski gramofon ustası ak sakallı Mehmet Abi'nin dükkanındayız.. Bu
notalar ve müzik içimize huzur veriyor, duyduğumuz melodiyi
mırıldanarak,içimizi ısıtan bir mutlulukla ayrılıyoruz bu güzel dükkandan..
Sırada kaşmirci,saatçi ve antikacı var. Saffet büyük bir ustalıkla gruba kaşmir katlama sanatının inceliklerini gösteriyor. Belki onlarca eşarp ve şalım vardır ama ben hiçbirini onun kadar güzel katlayamadığımı düşünüyorum.
Birbirinden güzel havlu ve peştemal ve ipeklerin olduğu bir dükkana giriyoruz ama hiçbirini almaya vakit yok,çünkü acelemiz çok.
Her güzelliğe adeta gözucuyla dokunup geçiyoruz,mutlaka sefere bir daha gelinecek,kalınacak ve alınacak diye içimizden and içiyoruz..
Kapalıçarşı'nın En Küçük Dükkanı:
Biraz sonra Kevork
Usta'nın fenerini ve bakır keşkül kasesini anlatıyor Saffet.. Az ilerde çarşının
ve hatta belki de dünyanın en küçük dükkanının önünde duruyoruz. Sadece 1 kişinin
içinde oturup saat tamir ettiği bu dükkanın fotoğrafını çekmek bile çok zor. İlk defa bir fotoğraf için kadrajım küçük değil,büyük geliyor. Solundaki ve sağındaki
dükkanları kadraja almadan sadece minyatür dükkanın fotoğrafını çekebilmek için oldukça
uğraşıyorum.
..ve
paha biçilemez mücevherler:
Yeşil kadife kutunun içindeki iri yengeç broşu kutusundan çıkarıp özenle gösteriyor Saffet. Brunei Sultanı'yla bir akrabalığım olsaydı eğer alırdım diye takılyorum Saffet'e. Zaten bunun muhtemelen bir müzayedeyle satılabileceğini ve dükkanın en değerli koleksiyon parçalarından biri olduğunu öğreniyorum.Müzayedeyle alınabilecek olması satın alamamamın huzursuzluğunu kısmen de olsa o an için yeniyor:))
Yeşil kadife kutunun içindeki iri yengeç broşu kutusundan çıkarıp özenle gösteriyor Saffet. Brunei Sultanı'yla bir akrabalığım olsaydı eğer alırdım diye takılyorum Saffet'e. Zaten bunun muhtemelen bir müzayedeyle satılabileceğini ve dükkanın en değerli koleksiyon parçalarından biri olduğunu öğreniyorum.Müzayedeyle alınabilecek olması satın alamamamın huzursuzluğunu kısmen de olsa o an için yeniyor:))
Sadekar
Mıgırdiç Usta ve Kavafçı Nesim Usta:
Dar ve loş bir merdivenden bir hanın üst katına çıkıyoruz.. Sadekar Mıgırdiç Usta'ya bir selam verip loş ışıklı eski bir hanın terasına çıkıyoruz. Çarşının kubbelerine kuşbakışı bakarken biraz sonra uçan bir halıyla şehrin üstünde turlayacağımı hayal ediyorum. Kıvrıla kıvrıla, ılık meltemin etkisiyle eski İstanbul'un berrak mavi semalarında keyifle süzülüyoruz. Tempolu güzel yorguluğumuza inat, hayalimde meydan okuyorum.
Dar bir sokağa giriyoruz..Tam 58 yıllık esnaftır diyor Nesim Usta için Saffet..Kavafçıymış.
"Kavaf yapana kavafçı denmez kunduracı denir
bilmiyorsan öğren a kızım" diye sesleniyor Nesim Usta ve dükkanına davet
ediyor bizi.
Küçük kapıdan içeri girerken başımızı çarpmamak için eğiliyoruz.
İçerde en fazla 3 kişi aynı anda durabiliyor.Yüzlerce renkli kundura ve
çarıkların içindeyiz. Hepsi el işçiliği, hepsi Nesim Usta'nın el emeği..
Bir çift
kırmızı eski model hafif topuklu dans ayakkabısında aklım kalıyor. Dans
edeceğimden muhtemelen değil değil ama o zarif el yapımı ayakkabıları giyene,sahibine çok mutluluk
vereceğini biliyorum.
Zincirli
Han'da bize çay ikram ediyor Saffet..Tam da pilim bitmek üzereyken, kiremit
renkli bir duvara yaslanıp dünyanın en lezzetli çayını orada içiyorum..Sadekarlar,mıhlayıcılar,yazmacılar..Sanki bütün esnaf bizi tanıyor gibi karşılıyor,selamlıyor. Müthiş bir ev sahipliği var,büyük ve sevgi dolu bir aile gibi Kapalıçarşı..
Biraz daha yürüyoruz ve Büyük Valide Han'dayız.. James Bond bu merdivenleri motoruyla uçarcasına çıktı diye anlatıyor Saffet,ama aslında söylendiği gibi olmadığını zaten çatının eski olduğunu ve bir tek kiremite bile zarar vermediğini söylüyor. Bense yukarı bakıp o merdivenleri neden böyle yayan tırmandığımı düşünüyorum. Biraz sonra bu yorgunluğa tırmandığımız manzara gerçekten değiyor..
Haliç'ten Galata'ya Kız kulesi'nden adalara bütün İstanbul ayaklarımın altında..Eski İstanbul motifleri, uzaklardaki yeni İstanbul'un modern siluteine karışıyor..Muazzam bir tablonun içindeyiz..
Gün yavaşça akşam oluyor,.Güneş birazdan batacak ve engebeli
çatıda yürürken Sevgili Saffet bizlere "Başka İstanbul yok,kıymetini bilin.." diye
sesleniyor ..
Yeni Camii'nin görkemli mimarisinin karşısında turumuz sona eriyor..'Tam 10.000 adım attık' diyor Saffet ,bense yorgunluktan 3'e kadar bile sayacak halde değilim..
'Kaçbin adım atarsan at yine de mutlaka hep gülümse' diyor..Zaten
yorgunluk zerre kadar umurumda değil,inanılmaz güzel bir deneyim yaşatıyor
Saffet..Çünkü aslında salt rehberlik etmiyor aynı zamanda ekibi çok
eğlendiriyor,güldürüyor..
' Bazen beni buralarda meczup zannedecekler diye
korkuyorum İris' diyor..
Yakasındaki mikrofonu gösteriyor ve arkasından
gelen dev grubu Mahmutpaşa'daki kalabalıkta diğer insanların farketmeyip 'kendi
kendine yolda devamlı konuşarak yürüyen bir adam olduğumu düşünecekler diye
bazen içten içe korkuyorum' diyor gülerek..
Eminönü-Kadıköy vapuruna doğru kalabalığın içinde yürürken bir sözünü özenle hafızama yazıyorum... 'İstanbul'da Yaşamayın,İstanbul'u Yaşayın'
Bunu yapacağıma dair kendime söz veriyorum..
İris
CINGI
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder